Adres

Breaking

1 Mayıs 2016 Pazar

İslam, İman, Küfür, Şirk, Nifak ve Ehli Kitap kavramları üzerine

Günümüzde mümin, kafir, münafık ve gayri müslim kavramlarının yeniden bir tanımlanmaya ihtiyacı var. Çünkü bu kavramlar çok sık bir şekilde karıştırılmaktadır. Biz bu makalede Kuran ve Hz. Peygamber (sa) dönemini esas alarak bu kavramları tekrardan yerli yerine oturtmak istiyoruz.



Konuya ayrıntılı bir giriş yapmadan önce belirtilmesi gereken hususlar var. Kavramlar hem isim, hem sıfat hem de eylem halinde kullanılmışlardır. İsim olarak kullanılanlar genellikle çoğul (ellezine amenu, ellezine keferu, muminun, müslimun, müşrikun, munafikun), sıfat olarak kullanılanlar genellikle tekil (mümin, kafir, münafık) olarak kullanılmıştır. Eylem olanlar ise hem tekil hem de çoğul bir kullanıma sahiptir.

Bir kimse ya mümindir yada kafirdir. En yalın haliyle işin özü budur. Bunu siyah ve beyaz gibi düşünelim. Bunun dışındaki kavramlar aradaki gri tonlar şeklinde ifade edilebilir. Müminlik yada kafirlik önce bir eylem olarak meydana gelir, sonra kişinin sıfatı haline gelir. Bir eylem sürekli tekrar ettiğinde yani kalıcı hale geldiğinde kişi o vasfa sahip olur.

Şimdi kavramlara dönelim:

(İslam, Müslüman)
İslam Allah'ın emrettiği dindir. Bütün peygamberlere emredilen yegane din İslam'dır ve İslam'dan başka bir din de yoktur. Kuran'da İslam kavramı Hz. Muhammed'in ümmeti ile sınırlandırılmamıştır. Gerçekte Ehli Kitabın dini de İslam'ın eski bir versiyonundan ibarettir. Hz. Muhammed'e gelen İslam ise tamamlanmış olan son ve eksiksiz versiyondur.

Hz. Yakup vefat etmeden önce çocuklarına "Yalnızca Müslümanlar olmadan ölmeyiniz" diye vasiyet etmiştir. Aynı şekilde Yahudilerin Şalom dedikleri şey de Selam yani İslam'dır. Kudüs'ün Aramca adı da Orşelim'dir. Or Arami/Keldani dilinde şehir/diyar/dar; Orşelim de Darulislam anlamına gelir.

Şimdi müslüman kavramına bakalım. Müslüman İslam olmuş kişidir. Mümin'in zahir olmuş halidir. Yani inanmış ve teslim olmuş kişi... Yine de bir kimse inanmadığı halde, korkudan yada menfaat kaygısı ile teslim olmuş olabilir. Kalplerde olanı ancak Allah bilir. Bu durumda Müslümanlık zahiri bir hal olduğundan münafık olan kişiler de müslüman olarak kabul edilir ve İslam hukukuna göre muamele görürler.

Müslümanlık bir eylem, bir sıfat ve bir isimdir. İslam'ın emrettiği ibadetleri, emir ve yasakları yerine getirmek müslümanlığın eylemidir. Müslümanlık birey için bir sıfattır. Şerî bakımdan bir kimsenin mümin olup olmadığına karar verilemez. Çünkü onun kalbini yarıp bakmak gerekir. Kalplerde ne olduğunu gerçek anlamda yalnızca Allah bilir. Ama bir kimsenin müslüman olup olmadığına bakılabilir. Bu yüzden müminlik bir hâl, müslümanlık ise bir sıfattır.

(İman, Mümin)
Bütün inanç ve dinin temel kavramı budur. Herşey iman üzerinden tanımlanır. İman kalbi bir haldir ve onun somut hali de salih ameldir. Bu yüzden iman etmek, pekçok yerde salih amel ile anılmıştır. Kamil bir şekilde iman eden kişiye mümin denir. Bir kimse iman eylemini yerine getirir, inancına ve ameline şirk karıştırmaz ise ve bunu sürekli bir durum haline dönüştürürse o kimse mümin olur.

Bir kişi mümin olduğu halde müslüman olmayabilir. Yani imanını gizlemiş olabilir. Nitekim Kuranı Kerimde "imanını gizlemiş olan bir mümin"den bahsedilir. Yani bir kimse herhangi bir nedenden dolayı insanların nezdinde inançsız görünebilir. Korkudan imanını gizlemiş olabilir. Yada başka bir nedeni olabilir. Ama o kimsenin Allah katında mümin olması mümkündür. Pek istisnai bir haldir bu.

Mümin Kuran'da şu kavramların karşıtı olarak da anılmıştır: Kafir, müşrik, münafık, fasık ile karşıt anlamda kullanılmıştır.

(Küfür, Kafir)
Küfür imanı reddetmektir. Kefere üstünü örtmek, üstünü kapatmak, onu yok etmeye çalışmak anlamına gelir. Olumlu bir kavram olarak da kefaret, günahların yok edilmesi anlamına gelir. Allah kulların tevbe etmesi durumunda onların günahlarını kefferet eder. Yani yok eder, siler anlamına gelir. Bir kavram olarak da küfür imanı bozan onu yok eden hal ve hareketlerdir. İmanı tümden reddeden, ve dine karşı mücadele etmeyi yol edinen kişilere de kafir denir.

Aynı şekilde bir kimse bir küfür eylemini yerine getirdiğinde kafir olmaz. Ancak o eylemi tekrar eder ve sürekli hale getirirse o zaman o kişiye kafir denir.

İman kamil bir haldir. Bir bütündür. İçinde küfürden herhangi bir karışımı kabul edemez. Eğer imanın içine bir miktar küfür karıştırılsa o zaman "Şirk" meydana gelmiş olur. Demek ki "Şirk" imanın içine küfür karıştırılmasıdır. Bu örneği bir kap süt ile açıklayalım. İman temiz bir kabın içindeki temiz süttür. Küfür ise mutlak necasettir. Yani sidik yada gaita olarak düşünebiliriz. Eğer o necasetten bir parça bir miskal ağırlığında bile olsa sütün içine düşerse o zaman o süt olarak kalmaz, murdar olur. Bu durumda bu üç kavramı; iman (temiz süt), küfür (necaset), şirk de (murdar olmuş süt) olarak tanımlamaktayız.

(Şirk, Müşrik)
İmanın içine küfür karıştırılmasıdır. Şirk koşan kişiye müşrik denir. Müşrikler inançsız kimseler değildir. Onlar Allah ile beraber başka ilahları da anarlar. Yada başka varlıklara ilahilik payesi verirler.

Belirtmek gerekir ki, Allahın birçok isim ve sıfatı kullarıyla ve diğer varlıklarla paylaşılabilir. Mesela Semi, Basir, Hakim, Rahim, Halim vs. Bu isimlerin kullar için de kullanılmasında bir sakınca yoktur. Allah bu isimlerin başkaları için kullanılmasını yasaklamamıştır. Keza Rububiyet (rablik) sıfatı da şeriksiz (ortaksız) bir sıfat değildir. Ne Kuran'da ne de Hadisi Şeriflerde "Allahtan başka Rab yoktur" diye bir ifade bulamazsınız. Bilakis kölenin efendisi yada öğretmen anlamında da başkaları için Rab kelimesi kullanılmasına izin verilmiştir. Ancak İlah sıfatı ortaksızdır. "Allah'tan başka İlah yoktur" ifadesi çok açıktır ve inancın da temelidir. Bu; paylaşılmayan, ortak kullanımı bulunmayan, yalnızca Allah'a ait olması gereken bir sıfattır.

Allah'tan başka ilah edinenler müşriklerdir.

(Nifak, Münafık)
Nifak bir çukurdur. Arapça'da yolun altından geçen alt geçide de nefak adı verilir. İslam dosdoğru yolda yürümektir; Sıratı Mustakim... Nifak ise dosdoğru yolda yürümeyip çukurlarda tökezlemek anlamından türemiştir.

Bir eylem ve bir sıfat olarak münafıklık İman ile Şirk yada İman ile Küfür arasında gidip gelme halidir. Yani kişi iman üzere olmasına rağmen bazen şirk ve küfür hareketlerini ortaya koymasıdır. Eğer sözkonusu hareketini sürekli hale getirirse o zaman yukarıda da ifade ettiğimiz gibi şirk koşmuş olacaktı. Ama münafık; iman konusunda olmadığı gibi, şirk koşma konusunda da bir kararlılığa sahip değildir. Kişinin bu haline nifak, bu eylemle anılan kişiye de münafık denir.

İslami literatürde münafıklık çok dar anlamda anlaşılmıştır. Yani gizli kafir olarak sanılmış, münafık olan kişinin bilinemeyeceği düşünülmüştür. Aslında bu doğru değildir. Münafıklar, iman konusunda bir tözekleme hali sergeleyen müslümanlardır. Mümin gibi görünürler ve bunu sürdürmeye çalışırlar ama bazen de kararsız bir şekilde şirk eylemlerinde bulunabilirler. Münafığın ortaya koyduğu şirk eylemleri bazen çok belirsiz olabilir. Yani dışarıdan hemen farkedilemeyebilirler. Bu durumdaki bir kimsenin münafık olduğu diğerleri tarafından anlaşılamayabilir. Ancak pek çok kez bir münafık kendini yani şirk halini açıkça belli eder. Apaçık bir küfrünü ortaya koyabilir. Mesela bir kimse müslümanlarla birlikte iken, herkes namaz kılıyor diye namaz kılar. Herkesin oruç tuttuğu bir yerde oruç tutar, ama ikili konuşmalarda ahiretten bahsederken; "kim gitmiş de gelmiş, diriliş diye bir şey yok" diyebilir. Bu kişi müslümanların ibadetlerini yerine getirdiğinden müslümandır, ancak küfrünü tek bir kez bile olsa izhar etmiştir ve hükmen kafir değil münafıktır.

(Ellezine Amenü)
Kelime anlamı İman Edenler'dir. Hz. Muhammed'e iman edenler, yani Hz. Muhammed'in ümmeti kastedilir. Burada kastedilen bireysel iman değil, toplumsal ve siyasal bir gruba işaret vardır o da Hz. Muhammed'in ümmeti yada günümüzde “İslam ümmeti” dediğimiz kitledir.

(Ellezine Hâdu)
Kelime anlamı “Hidayete Eren”lerdir. Hz. Musa'nın bir duasında “İnna Hudna ileyke” (biz senin hidayetine erdik) buyurmuştur. Dolayısıyla “Hud olanlar” “hidayete erenler” anlamında Hz. Musa'nın ümmetine yani İsrailoğullarına, Yahudilere verilen adtır.

(Ellezine Utul Kitap yada Ehli Kitap)
Ellezine Utul Kitap; Kitap verilenler. Ehli Kitap, kitap ehli, kitap halkı...
Bununla en temelde Yahudiler kastedilir. Hristiyanlar da bu bağlamda Yahudilerin bir türevi olarak kabul edilmektedir. Zaten Hristiyanlar, Ahdi Atik kitabı içinde Yahudilere ait olan kitapları kendi kitapları olarak da kabul etmektedirler. Yani kastedilen kitap Tevrattır ve hem Yahudilerce hem de Hristiyanlarca kabul edilen bir kitaptır.

Ehli kitabı Müşriklerden ve Kafirlerden ayıran şey, onların Allaha tapınıyor olmasıdır. Ancak Ehli Kitabın zaten inançlarında pek çok kez şirke düştüklerini görüyoruz, buna rağmen Ehli kitap müşrikler taifesi ile anılamaz. Çünkü her ne kadar kitap ehli içinde şirk koşma varsa da sonuçta onlar Allaha iman etmekte ve Onu anmaktadırlar. Kiliselerde ve havralarda yani onların ibadethanelerinde Allahın adı anılmaktadır. “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi” (Hacc, 40) Bu yüzden Ehli Kitabın İslam toplumu içinde  kendi hukuklarını icra etmelerine izin verilmiştir.

Burada Ehli Kitabın işlediği şirk bireysel bir şirk olarak kabul edilmekte ve tıpkı islam toplumu içindeki münafıklarda olduğu gibi takibat altına alınmamaktadır.

Kuran'da Ehli Kitaba Sabiiler de dahil edilmiştir. Ancak diğer dinler konusunda belirsizlik vardır. Zerdüştiler, Budistler, Hindular vs. hakkında açık bir hüküm yoktur. O zaman bu içtihadi bir konudur.

Genel olarak İbrahimi dinler ehli kitaptır. Diğerleri teknik olarak ehli kitap değildir. İbrahimi dinlerin ortak kitabı da Tevrattır ve onlar islam toplumu içinde zaten Tevratın (torah) hukuku ile amel ederler. Bu hem Yahudiler hem de Hristiyanlar için geçerli. Ancak adı anılan diğer dinler İbrahimi semavi dinler değil ve doğal olarak da Tevratı da tanımazlar.

Kuranda müslümanlar ve ehli kitaba ortak hitaben “sizin ilahınız bir tek ilahtır” diye buyurur. Bizim de ilahımız onların da ilahı aynı Allah. Bunu diğer dinler için de söyleyebilir miyiz? Hem evet hem de hayır. Bu müşkil bir meseledir. Ben olumlu tarafından yaklaşmak istiyorum. Hristiyanlar ve Yahudiler Arapçada karşılığı olmayan ve müslümanların da bilmedikleri Allahın bir takım isimlerine sahiptirler. Yahova, Adonay, Eli, Elohim, Yeho, Yeşua, Şadday vs. onlarca isim var ki müslümanlar bu isimleri bilmezler.

Peki kadim İskandinav dinlerinin tanrısı Odin, yada eski Mısır tanrısı Aton, yada Hinduizmde ve Budizmde geçen Atman'ın da İbranilerin Adonay'ı ile aynı kişi olmadığını nasıl bileceğiz? Sonuçta bunların hepsi üstün, aşkın, ölümsüz, yaratan ve öldüren bir tanrıdan bahsetmektedirler. Bu durumda kadim bir öğretiye ve aşkın bir tanrıya dayanan tüm dinler Ehli Kitap olarak kabul edilebilirler.

***

İslamda üç tür hukuk vardır. Bunlar üç kesime aittir. Onlar da şöyledir:
- Ellezine Amenü (müslümanlar),
- Ellezine Utul Kitap (kitap ehli),
- Ellezine Keferu (küfür ehli)

Müslümanlara ait hukukta İslam şeriatı geçerlidir. Belirtmek gerekir ki, İslam toplumunda münafıklar da dahil herkes müslümandır ve müslüman hukukuna tabidir. Yani islam hukukunun karşısında herkes eşittir.

Kimse inkar etmesinden dolayı öldürülemez. İslam toplumunda mürteddin öldürülmesi söz konusu değildir. Hz. Peygamber döneminde Medine'de müslümanlar arasında olduğu halde kalbi fitneye düşmüş ve müslümanların münafık olarak kabul ettiği aslında kafir olan bir çok kimse vardı. Bunlardan bazıları küfrünü izhar ediyor hatta aşırıya kaçan bile oluyordu. Ve hiçbir zaman hiçkimse öldürülmedi. Medineli ünlü münafık Ubey bin Selul Hz. Peygamber için ağza alınmayacak kadar hakaret ettiği halde ona karşı bir işlem yapılmadı. Bu olay kişisel olarak bırakıldı.

Burada kişi iman ile nifak arasında gidip gelir. Ancak onun tanımı ve hukuku küfre varmaz. Küfre varması yani gerçek anlamda mürted olması için açık inkarının yanısıra islam toplumunu terketmesi, islam toplumu ve islam düzenine karşı fiilen savaş açmış olması gerekir. Buna örnek de Kab İbnül Eşref'tir. Önce Medine'ye gelip müslüman olmuş, sonra da Medineden ayrılıp küfre dönmüş ve müslümanların aleyhinde Mekkelilerle ittifak kurarak hiyanetini sürdürmüştür. Yani kendi halinde inançsızlığa düşmüş biri değildi. Hem dininden dönmüş, hem İslam toplumunu terketmiş hem de İslama ve müslümanlara savaş açmıştır.

İslam toplumu içinde kişilerin kurumsal bir nifak, küfür, şirk vs. eyleminde bulunması kabul edilemez. Bunun örneği Mescidi Dırardır. Bireysel küfre müsaade edilir buna karşı; davet nasihat ve teşvik yoluyla mücadele edilir. Şiddet kullanılmaz. Ancak küfür kurumsal yaygın ve aleni bir hal aldığında, yani bireysel olmaktan öteye geçtiğinde şiddet yoluyla bastırılır.

İslam devletinde kişiler zorla ibadet ettirilemez. Namazı terkedenler için bazı yerlerde uygulanan had cezası İslam'ın ve Kuran'ın ruhuna uygun değildir. İbadetleri zorla yaptırmak kişileri münafıklaştırır ve toplumu ifsat eder. Buna karşın ibadetler kolaylaştırılmalı, teşvik edilmeli ve gerekirse ödüllendirilmelidir.

Burada bir istisna mevcuttur. İslam toplumunda yaşayan her belde için Namazın ikame edilmesi ve o toplumda zekat verilmesi farzı kifayedir. Tevbe süresi 5 ayette Müşriklerin tevbe edinceye namazı ikame edinceye ve zekat verinceye kadar savaşılması gerektiği belirtilir. Yani müşrik toplum, tevbe edip namazı ikamet edinceye ve zekat verinceye kadar müslüman sayılmayacaktır.

Bir beldede mescit bulunması, ezan okunması, kamet getirilmesi ve cemaat ile namaz kılınması gerekir. Bu, islam toplumu olduğunun delilidir. Eğer toplum bunu tümden terkederse o toplum cezalandırılır.

Kitap ehli islam toplumu ve islam devleti içinde kendi hukukuna tabidir. Müslümanların ve islam devletinin aleyhinde eylemlerde bulunmadıkları sürece İslam'ın güvencesi altındadırlar.

Ellezine keferu ise kafir olan toplumlardır. Onlara eman güvence yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

middle ad